12 Nisan 2017 Çarşamba

NEREDEN ÇIKTI BU BLOG AÇMA FİKRİ?

İkizler burcuyum ben. Kalemi elinde doğanlardanım yani. Halk arasında ikizler burcu denildiğinde akla gelen ilk şey ‘’ çift karakterli ‘’ algısıdır. Kısmen doğrudur aslında. ‘’ Çift karakterlidir ‘’ şöyle ki mutluluktan havalara uçtuğu bir anından saniyeler sonra onu gözyaşları içinde görebilirsiniz. Ya da yoğun bir hüzün yaşadığı anda gözünüzü kapatıp açtığınız süre sonunda kahkaha attığına tanık olabilirsiniz. Kısacası ruh hali aniden değişir.
Gevezedir üstelik. Bakın çok konuşur demiyorum, bildiğiniz gevezedir. Bir dakika içerisinde üç ayrı konudan konuya atlayabilir. Sonra sohbetin ortasında sanki hiçbir şey olmamış gibi ‘’ neyse ben bir lavaboya gideyim ‘’ deyip kalkabilir masadan. Ama dinleyenin beyni çoktan ERROR vermiştir bile. Ancak zamanla alışırsınız onun bu tavırlarına. J
Dengesizdir. Haftalarca satın almak için hayalini kurduğu bir elbiseden bir anda vazgeçebilir. Sanki o değildir günlerce, sabah akşam aynı heyecanla o elbise üzerindeki çiçek desenlerini anlatan.
Açık sözlüdür. Aklından geçen ile dilinden dökülen aynıdır ki zaten aklından geçmesi ile dilinden çıkması arasında salise fark vardır. E dedik ya geveze! Eğer herhangi bir şeyi savunuyorsa, onun doğruluğuna inanıyorsa karşısındaki her kim olursa olsun açık yüreklilikle söyler sözünü. Sakınmaz, çekinmez!
Elbette birkaç olumlu yanları da var. İyi sır saklar, sadıktır, güvenilirdir, sempatiktir, kin gütmez. ( Ama kuyruğuna bastıysanız korkun ondan! İğne deliğine de girseniz kurtaramaz kimse sizi onun şerrinden. )
Konuşmayı çok sevdiği gibi okumayı, yazmayı da çok sever, misal ben. J
Hayatımın her döneminde tuttuğum bir defterim olmuştur. İlkokuldayken hatıra defteri tutuyordum. 90’lı yıllarda çok popülerdi. Renklileri, resimlileri, kokuluları, simlileri… Aile fertlerinden başlanır, herkese tek tek yazdırılır, akraba, kuzenler, öğretmenler, arkadaşlar ile devam eder giderdi tek tek sayfalar.
Ortaokulda da günlük tutmaya başlamıştım. Pembe kaplı Tweety baskılıydı hiç unutmam. Her gün okuldan gelir gelmez yaptığım ilk işti ona yazmak. Arkadaştı, kardeşti o günlük bana. Sevdiğin bir dost karşındaymış gibi, sohbet edermiş gibiydi.
Not tutma alışkanlığım lise ve üniversite yıllarımda da sözel dersler açısından çok işime yaradı.
İş hayatımda da illa ki birden çok ajandam olur benim. O gün yapılan işler, yarım kalanlar, ertesi gün yapılacak olanlar…
Yazı yazmaya olan sevgim çeyiz hazırlığı safhamda da çok yardımcı oldu. Bir defterim vardı. İçinde bir genç kızın çeyizi için gerekli olabilecek her şeyin listesi vardı. İnternetten araştırıp araştırıp küçük notlar almıştım. Hangi ürün nerde kaça? Hangi internet sitesinde, hangi hafta, hangi ürün indirimde… J
Aynı defterin bir kısmı da özel günlerim için kullandığım ajandamdı. Misal nişan gecemiz için hazırladığım liste bir hafta öncesinden başlar. ‘’Nişan elbisesi alınacak nerelere bakılmalı? Kuaförden randevu alınacak. Nişan tepsisinin süsleri. Alyanslara bağlanacak kırmızı kurdele. Nişanda çalacak olan dans müziği, salonun süsleri, oturma düzeni… ‘’ Nişan sabahı kaçta kalkılıp kaçta evden çıkılacak, kaçta geri dönülecek saat saat yazılıdır. Hatta bu defterim yakın çevrem arasında espri konusudur.’’ Evlenme kararı aldığımızda Pelin’in defterinden bir fotokopi alalım ‘’ diye J
Benim el yazım pek anlaşılabilir değildir hani, karakteristiktir aslında. Off tamam! Çok çirkin, anlaşılması güç bir yazı stilim var. Bir paragrafı tek solukta okumak her baba yiğidin harcı değildir. Böyle olması bazen işime de gelmiyor değil. J
Çenem düştü benim yine çok dağıtmayayım döneyim konumuza.
Eskiden fotoğraf albümleri olurdu evlerde. Herkesin bebeklik fotoğraflarının olduğu, doğum, karne, mezuniyet günlerinde çekilmiş, aile, akraba, yakın arkadaşlarımızın yanımızda  olduğu o sıcak, samimi anları ölümsüzleştirmek için çekilen kareler. Şimdiki gibi de değildi o zamanlar 36’lık filmler vardı. ‘’ Ay bunda gözüm kapalı çıktı baştan çek, yok eğri durmuşum yeniden çek ‘’ gibi bir şansın da yok. O 36’lık pozlar sadece özel günler için saklanır, fotografçıda çıkartılacağı gün sabırsızlıkla beklenir, geldiğinde de özenle albüme yerleştirilirdi.
Şimdilerde her şeye teknolojik imkanlar aracılık ediyor. Artık o fotoğraflar ya bilgisayarlarda kayıtlı ya hard disklerde ya da sosyal medyada Facebook ’da, Instagram ’da…
Sonuçta hepsinde amaç gelecek neslimize birer anı bırakmak değil mi? Madem asıl amacımız çocuklarımıza bizlerden hatıra bırakmak, teknolojinin bize sağladığı imkanlardan yararlanayım dedim.

Sadece sosyal paylaşım sitelerinde fotoğraf biriktirmekle kalmayayım, yazılar da yazayım dedim. Günümüzü, gündemimizi, hayatımızı, anılarımızı, dedikodularımızı, kızsal muhabbetlerimizi… Yazayım ki, gelecekte kızımızın ya da oğlumuzun yüzündeki tebessümlerden biri olayım dedim. Nasıl iyi etmişim ama dimi? J

11 Nisan 2017 Salı

KİMDİR BU TERRİER ANNESİ?

KİMDİR BU TERRİER ANNESİ?

Hadi başlayalım. Öncelikle kendimi tanıtayım.
Pelin ben. Nam-ı diğer ‘’ PANİK GELİN ‘’
Mersin’de 1988 yılının 13 Haziranında dört kişilik bir aileye hapşırarak gelmişim. Yanlış okumadınız. Ben doğar doğmaz hapşırmışım, üşümüşüm zağar. O zamandan belliymiş ne hassas, ne nazlı, ne çıtkırıldım bir çocuk olacağım. Öyle de olmuş, iyi de olmuş.
Ailenin en küçük çocuğu olmanın hem avantajı hem de dezavantajıyla büyüdüm ben. 9 yıl sonra üçüncü çocuk sahibi olan anne ve babam için, ki bu onların tabiri ‘’olgunluk çağımın meyvesi’’ yeni bir serüvendi aralarına katılmam.
Bir dediği iki edilmeyen, bir eli yağda diğeri balda bir çocuk olarak büyüdüm ben. Lisede bile kahvaltım önüme gelirdi. Ev işi yaptığım vakitler yılda iki kez idi o da  bayramdan bayrama kendi isteğimle. Yemek yapmak mı? Ben mutfağın sadece buzdolabı kısmını bilirdim.
Şımarık büyütüldüm yani. Ama kötüye kullanmadım. Evimin içine şımardım hep. Babamın kucağında, annemin dizinde…
Doğduğum evde büyüdüm üstelik. O kadar şanslıyım ki… Bisiklet sürdüğüm mahallemden gelinliğimle çıktım. Mahalle derken şimdilerde sitelerin arasındaki sıkış tıkış yollardan bahsetmiyorum. Birkaç katlı evlerin bir arada bulunduğu, kapıları defalarca kilitlenmeden yatılabilen, mahalle hanımlarının beraber altın günü yaptıkları, halı yıkadıkları, domates ve biber salçası yaptıkları o samimi yerlerden bahsediyorum. Çoğunuza yabancı gelecek ama ben bu samimiyetin kucağında büyüdüm. Bisiklet sürdüm, top oynadım, okullara gittim, işe gittim ve gelin gittim!
Çenem düştü ilerleyeyim yıllarda azıcık. Lise bitti üniversiteyi kazandım, bıraktım, yeniden hazırlanıyordum. Sınava girmeme 3 hafta var yıl 2009 Mayıs 14 bir böbrek ağrısı şikayeti ile doktora giden annemin akciğer kanseri olduğunu öğrendik. Hani şarkıların bir pik noktası vardır ya, meğer hayatında öyleymiş.
Ankara’da geçen yoğun tedavi süreçleri kemoterapi, radyoterapi ve ameliyatlar… Olumlu yönde ilerleyen mucizevi bir o kadar da hem bedenen hem de ruhen zorlu olan bir sürecin en yakın tanığıyım ben! Ben, annem, babam. Üçümüz!!!
Ayrıntılara pek girmek istemiyorum malum bu yazım kendimi hayatımı özetleme amaçlı. Ama olurda bir gün yüreğimin o anları yeniden yaşamayı katlanabileceğini hisseder, elime kalemi alabilir isem bu süreci yaşayan insanlar için, sırf yalnız olmadıklarını bilsinler, kendilerine ve güçlerine inansınlar diye yazmak isterim olan biteni. Kısmet!
2014 yılından beridir ve hali hazırda da epilepsi ile savaşmaktayız. ( Rabbim tüm savaşçıların yardımcısı olsun)
Hayatımın diğer bir pik noktası ise 7 Kasım 2014 de karşıma çıkan bir adam. Hayat arkadaşım, eşim, iyikim…
Bir toplulukta evlilik ile ilgili bir sohbet geçtiğinde yüzünü ekşiten ben şuan evli, mutlu ve bir terrier annesiyim.
BONNY,BONİBONUM,BONCUĞUM… Kendisi 9 yaşında bir Maltese terrier. Pembe burunlu, mavi gözlü, beyaz tüylü bir it. ( ‘’it’’ sözcüğü babası ile bana en sempatik gelen sözcük J ). Hayatımın merkezi, neşem, eğlencem, her şeyim!!!
Hayvanlara olan sevgim babam sağ olsun çocukluğumdan gelir. 6 yaşında ya varım ya yokum sokaktaki kediden, köpekten, tavuktan otların arasındaki kertenkeleden neden korkmamam gerektiğini, ne yapmaz isem bana zarar vermeyeceklerini, ne yaparsam sinirlenebileceklerini anlattı. Bu sayede ben daha çocuk yaşta hayvan sevgisi ile büyüdüm. Ve şimdilerde anlıyorum ki dört ayaklı patili dostlarımız tanıdığımız bazı iki ayaklı insanlardan daha değerli, sadık, ve vicdanlı. Ne demiş Sadri Alışık ‘’ Sokak köpeklerine selam vermeye başladıysan, insan olmaya çeyrek kalmıştır. ‘’

Eşimindi o zamanlar Bonny. Yengesi almış daha bebekken bebeğimi bal oğlumu. Ailenin maskotu olmuş zamanla. Eşim İzmir’de üniversitedeyken bile beraberlermiş Bonny ile. Neyse aradan yıllar geçti biz Mehmet ile tanıştık sıra geldi görücüye çıkmaya, Bonny Bey ile tanışmaya. Tabi ben giderken hile yaptım yanıma azıcık köfte aldım tavlarım belki girerim gözüne diye. Öyle de oldu. Biz göz göze geldik beni bir süzdü, kayınvalidem beni böyle süzmemişti yemin ederim J. Bir iki sevip köfteyi verdim. Ve sanırım o an ben onun kalbine o da benim hayatıma girdi. Artık yüreğim iki varlığa ait! J