Aman da maşallah başlığım da pek afilli olmuş.
Eski Türk filmlerinde köyden kente gelen kızın hikayesini
anlatırlardı. Saçları açılıp permalanan, babetleri çıkarıp topuklu ayakkabıları
giyen, adabı muaşeret dersleri alıp başında birkaç kitapla dik yürüme provaları
yapan bir garip köylü kızı…
Bizim hikaye de tam tersi. Kızımız şehirde doyar, büyür, okullara
gider, meslek sahibi olur, çalışır didinir sonra karşısına bir adam çıkar
aklını başından alıverip götürür onu uzak diyarlara… J
Eşimle biz evlenmeden 6 ay önce geldi iş teklifi. Önce O
gitti Aydıncık’a. Bir süre bekar bekar koskoca evde yaşadı yazık. E ben
çalışıyorum Mersinde tabii. O ise iki haftada bir yanıma geliyordu. Ben ise bir
yandan çeyiz hazırlığı yap, bir yandan çalış para kazan, bi yandan hasret çok
zordu. Zordu zor olmasına ama o anların verdiği telaş ve heyecanla insan
sonrasını pek net düşünemiyor. Ee bu kız okudu, meslek sahibi oldu çalışıyor.
Evlendikten sonra n’olcak peki? Diplomalı mecburi ev hanımı mı? (Şimdi
düşünüyorum da biz daha nişanlanmadan belli olmuş olsaydı bu gurbete gelin
gideceğim annem babam beni verir miydi acaba J Verirlerdi verirlerdi
bizde bi laf vardır yedi dağ arkasında olsun mutlu olsun diye)
Aklınızdan ‘’ ee ne var gittiğin yerde de çalış ’’
geçirdiğinizi duyar gibiyim.
Bahsettiğim yer Mersin’in Aydıncık ilçesi nüfusu 11.000.
Deniz kenarında yosun kokulu en fazla 4 katlı apartmanların olduğu , çoğunlukla
müstakil evleri olan , cam naylon seralarla toplu bir ilçe. Merkezinde 1 adet
tuhafiyesi 3-5 adet marketi, 3 adet eczanesi, 1 adet kuyumcu, 2 adet
züccaciyecisi var. Sahilde de 3 adet çay bahçesi, çarşıda PTT var hiçbir kargo
şirketi yok.
Düşünün AVM yok, sinema yok, restoran yok, marketlerde
dilediğiniz marka ürün yok, haftada bir gün kurulan bir pazar var o gün dışında
bir sebzeye ihtiyacın olsa bulabileceğin hiçbir yer yok.
Şimdi bu saydığım varlar yoklar arasına iş yok güç yoku
da ekleyin. Nüfusu sadece yaz sezonunda artış gösteren bu ilçenin de inşaat ile
alakalı bir yatırımı olması zor. Kısaca mecburi işsiz inşaat teknikeriyim. J
Önceleri bir bocalama yaşadım tabii. Alışılagelmiş bir
çalışma temposu, akşamları eve gittiğinde gördüğün anne ve baban, hafta sonları
görüştüğün arkadaş çevren, sosyal hayatın… Bunlar geride kalmıştı. Artık bir
süre sabah erken kalk akşam erken yat gibi bir mecburiyet de yok ( ki ben
alarmı 5 dakika erteleyenlerdenim J ) Hayatında mutfağa
annesi kanser olduktan sonra girmiş bir insan olarak sadece 2,3 adet basit
yemek yapabilen biri olarak, birkaç ay kocamı kobay olarak kullandığım
doğrudur. Sağ olsun hiç de şikayet etmedi ama değdi şimdi tabağın dibini
sıyırıyor.
Mersin merkezde yaşıyor olsaydım çalışma hayatına devam
edecektim elbette. E çalıştığım için hafta sonları görüşebilecektim annemlerle.
Mantıken böyle. Ama bunun böyle olduğunu biliyor anlıyor olsam da gurbette
olmanın psikolojisi bambaşka. Uzaksın sonuçta. Alo desen 10 dakika sonra yanlarında olamayacaklarını
biliyorsun ya sanırım bu üzüyor insanı. Halbuki bazı aylar iki haftada bir bile
gittim. Bazen ben kaldım eşim geri döndü. Ne bileyim doymuyor insan
yetişemiyor. Alışveriş mi yapsın, sinemaya tiyatroya mı gitsin, arkadaşları ile
mi görüşsün yoksa anne babası ile mi vakit geçirsin?
Ee böyle mi geçecekti peki zaman? Tamam yazları mükemmel
evimde pencereyi aç karşında deniz, git gir yüz çık güneşlen, arkadaşların
gelsin onlarla eğlen. Ya kışları???
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder